“Hava çok güzel, bu akşam yemeği balkonda yiyelim” diyoruz.
Tabak, çatal götürüyorum masaya.
Kaşıkla yenecek bir şey var mı diye bakıyorum.
Kaşık da götürüyorum.
Biz mutfaktayken balkondan annemin bağrışlarını duyuyoruz.
Ne olduğunu anlamak için yanına gidiyoruz.
Akşam yemeği hazırlığı yapan başka bir aileyi gösteriyor balkon camından.
Biz onları görüyoruz, onlar bizi görmüyorlar.
Caddedeki çöp konteynerinden yiyecek bir şeyler arıyorlar.
Annem hararetle “ne yapabiliriz” diye söyleniyor.
“Keşke bir şeyler yapabilsek!”
Onlara yeni komşularımız diyebilirim.
Dün de görmüştüm aynı şekilde aynı yerde, ondan önceki gün de…
Orta yaşlı bir adam, küçük bir kız çocuğu görüyorum.
Kadının yüzünü tam seçemediğim için yaşını tahmin edemiyorum.
Yanlarında eski bir bebek arabası var. Çocuk yürümeyi biliyor.
“Kadın, çocuğun annesi herhalde” diyor babam.
“Daha küçük geldi bana” diyorum, “sanki çocuğun ablası gibi”.
“Yok, annesi gibi duruyor” diyor annem.
Konteynerin tam arkasında kasap dükkanı var.
“Kasap yardım eder diye hep bu konteyneri seçiyorlardır belki” diyorum.
Kasap dükkanına birileri giriyor.
Ellerinde poşetlerle çıkıp yanlarından geçiyorlar.
“Keşke bir poşeti de onlara verseler” diyor annem.
“Biz bir şeyler mi götürsek?”
Konteynerin yanından arabalar geçiyor. Trafik sıkışıyor, arada durup bekliyorlar.
Bir araba park ediyor, içindeki adam çıkıp para veriyor.
Keşke birkaç kişi daha verse…
Konteynerden bulduklarını oturup yemeye başlıyorlar.
İlçe belediyesini arıyorum.
“Belediyenin bu aileye bir yardımı olabilir mi?” diye soruyorum.
Bir taraftan da onlar için durum o kadar olağan görünüyor ki
“huzurlarını bozar mıyım acaba” diye düşünüyorum.
Keşke sorabilsem…
Beni zabıtaya yönlendiriyorlar. Durumu ona da anlatıyorum.
“Tam olarak yeri tarif eder misiniz?” diyor. Caddenin ismini veriyorum.
“Caddenin tam neresinde kalıyor?” diye soruyor.
Konteynerin etrafına bakıyorum. “Hani şu banka şubesi var ya” diyorum,
“onun yanındaki kasap dükkanının hemen önü”.
“Niye bu kadar detaylı sordum, biliyor musunuz?” diyor.
“Caddenin o tarafı bizim belediyeye değil, diğer ilçenin belediyesine bağlı.
Orayı aramanız gerek.”
Keşke caddenin bu tarafında olsalar…
“Peki” diyorum, “ararsam yardımcı olabilirler mi?”
“Sakın yanlış anlamayın ama…” diyor.
“Bazıları dışarıdan anlaşılmıyor fakat dilenci olabiliyor.
Kim gerçekten ihtiyaçlı, kim değil; ayırt etmek zor oluyor.
Eğer dilencilerse yardım edemiyoruz. Siz yine de bir arayın.”
O ilçenin belediyesini arıyorum. Telefona cevap veren olmuyor.
Mesai saatleri geçmiş.
Keşke mesai saatleri içinde burada olsalardı…
Ben bu aramaları yaparken onlar yemeklerini yemiş,
konteyneri karıştırırken etrafa dökülen çöpleri temizlemişler.
Toparlanıp gitmeye hazırlanıyorlar.
“Acaba nereye gidiyorlar?” diyoruz.
“Gidecek bir yerleri var mı?”
Keşke bilebilsek…
Adam bebek arabasını sürüyor, kadın yanında. Çocuk önlerinde koşturuyor. Konteynerin yanındaki kaldırımda ilerliyorlar.
Bir sokak köpeği çıkıyor karşılarına.
Çocuk köpekle kovalamaca oynuyor.
Kadının yüzünü hala seçemiyorum.
Çocuğun gülüşünü görebiliyorum.
Çocuğun gülüşünü tarif edebilirim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder